Kadınların şiddete, ayrımcılığa, eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı; eşitlik, özgürlük, dayanışma, adalet ve barış için başlattıkları uzun soluklu bir yürüyüş ve mücadelenin simgesi olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutluyoruz.
Yaşamın her alanında karşılaştıkları eşitsizlik ve adaletsizlik ülkemizde ve dünyada kadınlar için ağırlaşarak devam ediyor.
8 Mart 1857’de New York’ta dokuma işçisi kadınlar yaptıkları direnişlerde, grevlerde yaşamlarını yitirdiler. Aralıksız süren mücadele sonucu 8 Mart 1910 yılında Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edildi. O tarihten bu yana Amerikalı kadın işçilerin çalışma saatlerinin azaltılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için verdikleri mücadelenin simgesi olan 8 Mart, dünyanın her yerinde kadınlar tarafından birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak benimsenmiştir.
Her 8 Mart’ta dünyanın her köşesinde emekçi kadınlar, bugüne kadar mücadele eden işçi kadınları anarak, bu mücadeleyi geleceğe taşıyarak adil, güvenceli, özgür bir yaşam için taleplerini haykırıyor.
Kadına karşı şiddete, her türlü istismara, haksızlığa ve cinayetlere son verebilmek için kadın haklarını koruyan tüm yasal düzenlemeler ve onaylanmış uluslararası sözleşmeler etkin bir şekilde uygulanmalıdır.
Kadınların yaşam hakkı dahil olmak üzere, temel insan haklarına, insana yakışır koşullarda çalışmalarını sağlayacak işçi hakları ve sendikal güvencelere en kısa sürede kavuşmalarını diliyoruz.
YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ!
SOSYAL-İŞ’Lİ KADINLAR;
8 Mart’ın doğuşu…
8 Mart’ın doğuşu üzerine birçok farklı görüş bulunuyor. Bununla birlikte aslolan 8 Mart’ın 20. Yüzyılın başından itibaren kadınların yaşamlarını, çalışma koşullarını iyileştirmek üzere verdikleri mücadeleler sonucunda doğmuş olmasıdır.
19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında özellikle New York’ta kadın işçilerin yoğun olduğu tekstil fabrikalarında çalışma koşullarının kötü olmasına karşı işçiler mücadele etmeye başladılar.
17 Ağustos 1907’den 1921 tarihine kadar uluslararası kadın konferansları toplantıları gerçekleştirildi. Bu konferanslarda yönergeler hazırlandı. Yönergelerde cinsiyet köleliğinin ve sınıf köleliğinin nedeninin özel mülkiyet olduğu ve kadınların tam kurtuluşunun ancak ve yalnızca üretim araçlarındaki özel mülkiyetin kaldırılması ve onların toplumsal mülkiyete dönüşmesi ile güvence altına alınabileceği tespitleri yer alıyordu.
1910 yılında II. Enternasyonal, Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplandı. Bu konferansın gündemini kadın işçilere günde sekiz saatlik çalışma süresi talebi, hamile kadın işçilere doğumdan önce 8 haftalık doğum izni talebi, emziren kadınlara süt izni, 12 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması, işsiz kadınlara sosyal güvenlik talepleri oluşturuyordu.
Aynı dönemlerde “Kadın Hakları Savunucuları” nın çalışmaları da bulunmaktaydı. Ancak bu çalışmalara Uluslararası Sosyalist Kadın Kongresi karşı çıkıyordu. Karşı çıkış nedenlerini de şu şekilde ortaya koyuyorlardı: “Kadın hakları savunucuları, sınıfa karşı sınıf, ayaklar altında tepelenenlerin efendilerine ve kendilerine azap çektirenlere karşı yürütülmesi gerekli bu savaşı ilkesel olarak reddetmektedirler. Onlar sadece, kadın cinsiyetini erkeğin lehine zincire vuran burjuva toplumunu yasal ve toplumsal bağların çözülmesiyle reformdan geçirmeyi amaçlamaktadır.”
Ülkemizde ise ilk 8 Mart 1921 yılında Türkiye Komünist Partisi üyeleri Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova ‘nın girişimleriyle kutlandı.
Bununla birlikte Birleşmiş Milletler 1975 yılını “Dünya Kadın Yılı” ilan etti.
16 Aralık 1977 tarihinde ise Birleşmiş Milletler 8 Mart’ı her yıl “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
1920’li yıllardan 1970’li yıllarda Türkiye’de etkinleşen kadın hareketi 80 sonrasında mücadelesini devam ettirerek günümüze kadar zenginlikleriyle çeşitlilikleriyle kazanımlarıyla kendini var edebildi.
Yüzyıllar değişti taleplerimiz değişmedi!
Çok uzun çalışma saatlerine karşı eşit işe eşit ücret talebiyle başlayan hak arama mücadelesi bugün hala aynı talep doğrultusunda devam ediyor. Kadın erkek demeden kendini sömürü üzerinden var eden ekonomik sistem, en acımasız uygulamalarını özellikle çocuklar ve kadınlar üzerinde var ediyor.
Ucuz ve yedek işgücü olarak görülen çocuk ve kadın emeği form değiştirilerek istihdam projeleri adı altında daha da pervasızlaşıyor. Kadın işçiliğinin “ev işlerinden arta kalan zaman dilimi” olarak tanımlanması uzaktan çalışma, yarı zamanlı çalışma olarak formüle ediliyor, kadın emeği daha da görünmez bir hale büründürülüyor.
Özellikle son dönemlerde daha da yaygınlaşan parça başı çalışma modeliyle yaşam alanları küçük atölyeler haline dönüşüyor. Evlere temizliğe giden kadınlar yüksek binalarda iş kazası riskiyle hiçbir önlem almadan çalışmak zorunda kalıyor. Sağlıksız güvenliksiz çalışma ortamları gün geçtikçe daha da artıyor.
Yaygınlaşan esnek ve kayıt dışı çalışmadan en fazla kadınlar ve çocuklar etkileniyor.
Kadınlar, evlerde, tarlalarda, mevsimlik işçilikte, fabrikalarda, işyerlerinde, ofislerde, eğitimde, akademik alanda cinsiyete dayalı her tür şiddete, eşitsizliğe, ayrımcılığa maruz kalabiliyor.
El Ele Mücadeleye!
“Ne kadar çok elimiz varmış meğer!
İlkin, senin elinle tutuşan benimki
Sonra çocuklarınki, gençlerinki
Tekel İşçilerininki
Sonra, ellerin elleri...
Ne kadar çok elimiz oldu, baksana,
Tutuşa tutuşa bir orman yangını gibi…”
Can YÜCEL
Biliyoruz ki; tüm bu olumsuz koşullara karşı en büyük gücümüz birliğimiz ve dayanışmamızdır. Bu 8 Mart’ta da her türlü şiddetin, sömürünün, savaşın ortadan kalktığı, emekten yana insanlığa yaraşır bir yaşama dair taleplerimizi hep bir ağızdan dillendireceğiz.